Hep bardağın dolu tarafı mı?
Hayat dediğimiz kocaman bir oyun alanı aslında. Herkes rolünü doğru oynama çabasında. Herkese bir rol dağıtılmış. O rolü olduğu gibi kabul edip başarı ile sergilemek de dirençle bu yoldan vazgeçip kendimize yeni senaryolar yazmak da kendi elimizde.
Bazımız iyi anne-baba olma çabasında iken diğerlerimiz ise sert iş adamı, sinirli geçimsiz ağabey, fedakar kızkardeş, şımarık çocuk, zorluklara direnen stajyer, söz hakkı olmayan genel müdür olduğunu farkediyoruz. Peki bu rolü ille de oynamak zorundamıyız? Çaresiz miyiz? Yoksa aslında çare biz miyiz?
işte burada yaşamı nasıl algıladığımız devreye giriyor. Çocukluğumuzdan itibaren bize öğretilenler ne kadar doğru? Onlar bizim doğrularımız mı yoksa büyüklerimizin kendi korkuları ile yarattıkları inanç kalıpları mı?
Bu yaşam kalıplarını delip bambaşka rollere soyunanları biliyoruz. Örnek vermek gerekirse Türkiye'nin en büyük lideri Atatürk... Hangi yaşam koşulları ile gelip koca bir ülkenin tarihini yazabilmiş. Şimdi diyeceksiniz herkes Atatürk olamaz ama sokaklarda büyüyüp büyük iş adamı olanlar var. Ayakkabısı olmadan çalışarak olimpiyat şampiyonu atletler var. Sağır olduğu halde yüzyıllarca dinlenen saygı gösterilen Beethoven var. Okuldan atıldığı halde zaman teoremini oluşturan Einstein var. 9999 kere başarısız deney yapıp yılmayın ve bize elektriği armağan eden Edison var. Ya isimlerini bilmediğimiz ama kendi başarı hikayelerini yazanlar... Hepsinin ortak yönü neydi dersiniz?
Herşeyden önce hayal etmesini biliyorlardı. Kendi güçlerine inanıyorlardı. Hayata hep bardağın dolu tarafından bakabilme becerileri ile kendileri için yazılmış role baş kaldırabildiler. Yepyeni başarı öyküleri yazdılar. İçlerindeki cesaret, kendine güven, pozitif bakış açısı onların hep itici güçleri oldu.
Hayatta biri bir şeyi başarırsa herkes başarabilir. Çünkü artık bunun yolu bellidir. Bu da inançla olur. Hadi artık kendi beynimizin koyduğu sınırları delip çok ileriye zıplayalım. Zamanı geldi.